Metin Lokumcu’nun yolunda, Gezi’nin ruhuyla, Soma’nın öfkesiyle mücadeleye devam! /31.05.2014

Metin Lokumcu’nun yolunda,

Gezi’nin ruhuyla,
Soma’nın öfkesiyle mücadeleye devam!

Bir salıncakta sallıyorlar bizi… Bir o tarafa bir bu tarafa… Ne tarafa çarpsa bizden bir şey götürüyor. Doğadan, emekten, alınterinden, yaşamdan alıyor. Sallayanlar değişiyor, sallananlar direniyor. Salıncağın ipleri kesilmedikçe ya da kopmadıkça hiçbir şey değişmiyor…

Salıncak bir gün Hopa’da, bir gün Gezi Parkı’nda , başka bir gün Soma’da, belki de yarın Sinop ve Akkuyu’da…

Metin Lokumcu’nun Hopa’da “çayda sömürüye son” ve “su haktır satılamaz” dediği için polis tarafından öldürülmesinin üzerinden 3 yıl geçti. 31 Mayıs günü. Gençler inadına özgürlük dediler, Hopalılar yediden yetmişe direndiler. Hepimizin öğretmeni Metin Lokumcu da onların yanındaydı, gençleri gazla boğmak isteyenlere karşı ayaktaydı, isyandaydı.

Korkmadan, yılmadan cesurca yürüdü üstlerine, “Yeter be” dedi “Yeter, bunalttınız beni.” Sonra ellerini arkasına götürdü, kendisini çocukları için feda edercesine, haykırdı: “ haydi alın beni, alın da kurtarın memleketi”

Yine 31 Mayıs, yine isyan!

Hopa direnişinden 2 yıl sonra, Hopa’da HES’lere karşı yaşamı savunmak için horona duranları, çay üreticilerinin hakları için el ele tutuşanları gaza boğanlar, bu kez de Taksim’de parklarını, ormanlarını korumak için el ele tutuşanları gaza boğdular.  Polis şiddeti sonucunda yüzlerce insan yaralandı. Çok sayıda hayvan gaz ve ses bombaları ile kullanılan kimyasallar nedeniyle hayatını kaybetti. Gezi Parkı için Türkiye’nin farklı yerlerinde sokağa çıkan dostlarımız polis tarafından katledildi.

Gezi Parkı direnişi;  Loç Vadisi’nin HES’lere karşı duruşu, Gerze’nin termik santral karşıtı çadır direnişi, Tortumlu kadınların isyanı, Fındıklılıların vadilerindeki nöbeti, Artvin’de ve Kazdağları’ndaki köylülerin maden karşıtı mücadelesi, Munzur’un barajlara karşı ayaklanmasıdır.

Kapitalizme karşı duruşunun referansı ne olursa olsun, ekolojik yıkıma direnmek için yan yana gelme refleksi köylerde olduğu gibi şehirlerde de kendini göstermiştir. Gezi Parkı’nda doğanın talanına karşı yükselen itiraz, iktidara yönelen bir itiraza dönüşmüştür.

Gezi Parkı direnişiyle birlikte ekolojik yıkıma karşı verilen mücadele kamuoyunda daha çok bilinir ve görünür hala gelirken, iktidar ve şirketlerin doğayı ve emeği yok eden projeleri de devam etmektedir.

İş Kazası Değil Cinayet, Kaza Değil Katliam!

Gözü dönmüş şirketlerin hep daha çok kar etmek için yarattığı zorlayıcı koşullar, “iş kazaları” diye adlandırılan, aslında hepimizin bildiği gibi, gerçek tanımı “iş cinayeti” olan ölümlere neden olmaktadır. Bu cinayetler, tüm işkollarında olduğu gibi, yaşam alanlarımızda uygulanmak istenen baraj, HES, termik santral, maden ve çimento fabrikası inşaatlarında da aynı vahşetle yaşanmaktadır.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin hazırladığı rapora göre 2013 yılında en az 1235 işçi yaşamını yitirdi. Madencilik iş kolunda 93, Enerji iş kolunda 44 işçinin yaşamını yitirmesine rağmen, doğayı yok eden şirketlerin patronları, aynı zamanda da medya kuruluşlarının patronları olduklarından ya da bu kuruluşlarla yakın çıkar ilişkisinde bulunduklarından ötürü, bu cinayetler görmezden gelindi. Bütün bu cinayetler Soma’daki katliamın habercisiydi. Soma artık görülmez, duyulmaz, bilinmez olamazdı.

“Doğanın kalbini sökmeye çalışıyorsunuz, doğa da buna tepki veriyor.”

Bu sözler Soma’da tarım alanları yok edilip, madende çalışmaya zorunlu bırakılan bir işçiye ait. Yeryüzünün bu en verimli, en kadim tarım topraklarında bir zamanlar pamuk, tütün, incir üretimi ve hayvancılıkla geçimini sağlayan insanlar, Soma Kömür İşletmeleri’nin işlettiği madenlerde çalışmak ve 1981’den beri faaliyette olan Soma Termik Santrali’ne kömür sağlamak zorunda bırakıldı.

Doğayı bir kaynak gibi gören ve sömüren sistem, emeği de taşeronlaşma adı altında sömürmekte ve işçilerin her türlü hakkını yok saymaktadır.  Ancak asıl mesele bir madenin özel şirket elinde ya da devlet tarafından işletilmesi değil, doğayı, yaşamı ve emeği yok eden maden ocaklarının var olmasıdır. Daha fazla rant için enerji adı altında dayatılan termik santral projelerine kömür sağlayan maden ocakları var olduğu müddetçe işçi cinayetleri ve doğa katliamları kaçınılmazdır.

Bugün Artvin’de ve Kazdağıları’nda uygulanmak istenen siyanür ile altın madeni işletilmesi projelerinin de, eğer engel olmazsak, önümüzdeki dönemde yeni birer Soma olarak karşımıza çıkacağı, doğayı ve emeği yok edeceği açıktır.

“Nükleer mutfak tüpü gibidir” patlarsa, “kader” derler sonunda!

Soma’daki madenin güvenliğini almayan iktidar,  Çernobil ve Fukuşima katliamlarına rağmen nükleer santralleri dayatmaktadır. Normal işleyişi sırasında fark edilmeyen / örtbas edilen sızıntılar nedeniyle çevresinde radyoaktif kirlilik yaratan nükleer santrallerde, deprem, sel ve tayfun gibi afetlerde kaza riski yükselmektedir.

‘Nükleer riskliyse evdeki tüp de riskli’  diyen iktidar, nükleer bir felaket sonrası; “kader” açıklamasında bulunacağının sinyallerini vermektedir. Ne nükleer santraller mutfak tüpüdür, ne de nükleer felaket kader. Nükleer katliamdır ve derhal vazgeçilmelidir.

Çernobil’in izleri henüz coğrafyamızdan silinmemişken, nükleeri dayatmak doğayı ve yaşamı ölüme sürüklemektir.

Hopa’dan Gezi’ye mücadeleye devam!

Hopa derelerin özgürlüğü için isyan ettiğimiz,

Gezi Parkı kepçeyle ağaç arasına girdiğimiz,

Soma öfkemizi acımıza kattığımız yerdir.

Nerde doğayı yok eden proje varsa oradaki direniş Hopa’dır, Gezi’dir.

Nerde bir işçi öldürülüyorsa orası Kozlu’dur, Soma’dır.

Ve her nerde doğanın ve emeğin sömürüsüne karşı direnen varsa  Metin Lokumcu’dur, Ethem Sarısülük’tür ,Mehmet Ayvalıtaş’tır, Abdullah Cömert’tir , Medeni Yıldırım’dır, Ahmet Atakan’dır, Ali İsmail Korkmaz’dır, Hasan Ferit Gedik’tir, Berkin Elvan’dır!

Metin Lokumcu’nun yolunda, Gezi’nin ruhuyla, Soma’nın öfkesiyle mücadeleye devam!

 

Diğer Yazılar