26.yılında Çernobil’e Lanet, Nükleere Hayır!
Çernobil nükleer faciasının üzerinden tam 26 yıl geçti. 26 Nisan 1986’da Çernobil nükleer santralinde, dünyanın en büyük nükleer patlamasıyla başlayan katliam, bizleri bu ülkede 26 yıldır her gün öldürüyor. Her gün sevdiklerimizi toprağa koyuyoruz. Her gün nükleere, bunu başımıza bela eden sisteme ve onun temsilcilerine lanet ediyoruz.
Bize “Çernobil’in Çocukları” diyorlar, 26 yıldır üzerimizde Çernobil’i taşıyoruz, atamıyoruz. Önce radyasyonun kendisiyle doğrudan zehirlendik. Tarım alanlarımız radyasyona bulandı, hayvanların genetik yapıları bozuldu. Kanser vakaları hepimizin ailesine musallat oldu. Tüm canlı yaşamı, bu katliamdan zarar gördü.
Patlamadan en fazla çocukların – özellikle patlamadan 6 yıl önceye kadar doğanlarla 6 yıl sonraya kadar doğacakların – etkilendiğini, asıl etkilerin ise 30. yıldan sonra ortaya çıkacağı bilim insanlarınca bir çok kez açıklandı. Radyoaktif kirliliğin daha yüzyıllarca süreceğini ve radyoaktif atıklardan kurtulmanın bir yolu olmadığını biliyoruz. Radyasyonun kanser riski olmayan bir dozu veya güvenli bir seviyesi olmadığının da farkındayız. Nükleer bitmeyen sızıntıdır, nükleer bitmeyen sızıdır.
Çernobil faciasının ilk günlerinde zamanın Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in “Biraz radyasyon kemiklere yararlıdır”, Başbakan Turgut Özal’ın “Radyoaktif çay daha lezzetlidir” dediğine; Sanayi Bakanı Cahit Aral’ın halkın huzurunda radyasyonlu çay içtiği sıralarda Çaykur’a ait bütün fabrika bahçelerine patlamadan sonra üretilen çayları apar topar gömdüklerine, bu çayları gömen işçilerin 40 günde kanserden öldüğüne de tanık olduk!
1986 Nisan’ında ölüm, yağmura karışıp çayın, fındığın, lahananın, toprağın, derenin üzerine yağmaya başladı, hâlâ ıslanıyoruz… Çünkü 26 yıldır sümen altıyız, 26 yıldır araştırmalarımız, raporlarımız kayıp, son 26 yıldır çok karalahana yediğimiz için kanser olduğumuz iddia ediliyor. Ağaçlarımız bile eskisi gibi meyve vermezken mağduriyetimiz tanınmıyor, insanca sağlık hizmeti bile alamıyoruz. Hala ıslanıyoruz çünkü Çernobil faciası tüm ölümlere ve bilimsel verilere rağmen kabul edilmediği gibi, o dönemde bizzat devlet yetkilileri tarafından işlenen suçlar bugün de aynı pişkinlikle sahipleniliyor ve sürdürülüyor. Bizler hala ölmeye devam ederken, Bugün de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Mutfak tüpü de nükleer santral kadar risklidir” diye, Enerji bakanı Taner Yıldız “Bekârlık nükleerden daha risklidir” diye bizlerle adeta dalga geçiyor.
Çernobil’in patlaması felaket sayılsa da, halen devlet halkına karşı bu felaketten taraf ise, felaketin mağduru halkına ve doğaya karşı bunca suç işlemiş ve işlenmeye devam ediyorsa Çernobil katliamdır. Çernobil Katliamı sürüyor.
O yüzden bugün burada yaşanmış, geçmiş bir acıyı anmıyoruz; hâlâ süren ve daha nesillerce sürecek bir katliama ve hâlâ değişmeyen bir zihniyete isyanımızı haykırıyoruz!
29 Mart günü, Mersin Akkuyu’da Rusya’nın kamu şirketi ile hükümetin anlaşmaları çerçevesinde planlanan nükleer santralin “ÇED-Halkın Katılımı Toplantısı” yapılmak istendi. “Halkın katılımı”nın engellenmesi için santralin planlandığı bölgeden uzak bir yerde gerçekleştirilmeye çalışılan toplantıya birçok kişi alınmadı ve halk süreçten tamamen uzaklaştırıldı. Yoğun polis baskısı ve güvenlik kuvvetlerinin şiddeti altında geçen toplantının, nükleer karşıtlarının engellemesine rağmen, sahte tutanaklar düzenlenerek yapılmış gösterildiği ortaya çıktı. Avukatların tüm itirazlarına karşın oldu-bittiye getirilerek Çevre ve Orman Bakanlığı yetkililerince düzenlenen tutanaklar, santrallerin yapım sürecindeki hukuksuzlukların son örneğidir!
29 Mart’ta Akkuyu’da yaşanan bu hukuksuzluk bizler için hiç şaşırtıcı olmadı. Toplantının bir hafta öncesinde başbakan yaşamımızı yok edecek olan santrallerle alakalı arka arkaya “genelge” adı altında fermanlar yayınladı. Bu fermanların amacı, gözlerini kar hırsı bürümüş şirketlerin ekmeğine yağ sürmek, doğayı ranta açarak yaşam alanlarımızın katledilmesini sağlamaktır.
Çin’e ve Rusya’ya iş ortaklarıyla seyahatler düzenleyerek gizli kapaklı görüşmelerle santral anlaşmaları düzenleyenler, İstanbul’da da Çırağan Sarayı’nda daha geçen hafta Sinop’taki nükleer proje için Kanadalı şirketle anlaştılar.
Son yıllarda dünyanın her yanından “nükleer sızıntı” haberleri yayılırken, Japonya’daki felaket sonrası Fukuşima’nın etkileri hala canlıyken, tüm bunlara rağmen AKP iktidarının bu dayatmacılığına, her gün “genelge” adı altında yayınladıkları fermanlara, Sinop, Mersin ve Trakya’da nükleer için var gücüyle çabalayan, “radyoaktif” seyahatler düzenleyen nükleerci Başbakan’a ve hükümetine boyun eğecek değiliz.
Artık yeter! Hâlâ nükleer masallarınıza kanacağımızı zannediyorsanız Kazım Koyuncu’nun dediği gibi “Hepiniz gerizekalısınız!”. Açıkça söyleyelim: sizin için ucuz olan nükleer enerji değil insan hayatıdır. Amaç Karadeniz, Akdeniz ve Trakya kıyılarını nükleer atık çöplüğüne döndürmektir. Birçok ülke nükleerden vazgeçerken, kapitalizmin elçileri Türkiye’yi nükleer atık çöplüğü ve nükleer deney sahasına döndürmek istiyor. “Süper güç olacağız” derken de kasıtları nükleer silah denemeleridir. Nükleer doğası gereği ölümcüldür, barışçı nükleer enerji mümkün değildir. Nükleer bitmeyen katliamdır.
Artık yeter! İktidarların ve şirketlerin saldırılarıyla karşı karşıya olan yaşamımız, doğamız, kültürlerimiz ve topraklarımız gözlerini kar hırsı bürümüş kapitalistler tarafından yağmalanıyor. Yaşamı yok eden türlü projeler vasıtasıyla, Karadeniz’in ve Anadolu’nun dört bir yanı şirketlere pazarlanıyor. Derelerimiz susuz, denizlerimiz kıyısız, dağlarımız siyanürlü, vadilerimiz yüksek gerilim altında, toprağımız tohumsuz; kapitalizm Anadolu’yu geri dönüşsüz bir yokoluşa sürüklüyor.
Artık yeter! Karadeniz’i, yaşamımızı, toprağımızı, suyumuzu ve tüm canlıları yüzyıllar boyunca radyasyon belasına mahkûm etmiş Çernobil Katliamı’nın 26. yılında, bir kez daha Çernobil’e lanet ediyor, nükleerle ve yaşamı yok eden tüm projelerle sonuna kadar mücadele edeceğimizi haykırıyoruz!
26 yıldır öfkeliyiz, şirketler ve taşeron siyasetçileri yaşamlarımızdan ellerini çekinceye kadar isyandayız!
Nükleer, katliamdır!