Şu an hisselerin %100’üne sahip olan Rosatom, asla yüzde 51’inden azına sahip olmayacak şekilde Akdeniz’in kıyısına konuşlandırılan bu nükleer santrali işleterek gerek Türkiye gerekse bulunduğu coğrafyaya damgasını vuracak.
Türkiye tarihinde ilk kez ticari bir nükleer santralin kurulması için atılan adımların inşaat sürecine kadar evrilebildiği bir projede usul usul ilerleniyor. Evril-e-bildiği diyorum çünkü dönemine özgü şartlara sahip olmakla birlikte tarihsel izleğine aykırı düşmeyen şekilde siyasi, sosyal ve ekonomik sorunlarla çevrelenmiş bir ortama rağmen “durmak yok yola devam”sloganının hakkını verme çabası belirleyici. Öyle ki dünya Covid 19’dan kırılırken 6500 civarında taşeron işçinin çalıştığı Akkuyu Nükleer Güç Santrali (NGS) şantiyesindeki faaliyetler askıya alınmak bir yana “siyasi iktidarın temsilcileri tarafından “Akkuyu inşaatı atom çekirdeği üzerinde yükseliyor!” nidasıyla kamuoyuna duyuruluyor.
Esasen, Akkuyu NGS Projesi’ne gölge etmesi muhtemel engellerin yok farz edileceği hükümetlerarası anlaşmanın icat edilmesiyle kendini göstermişti. Nitekim bu anlaşma için imzaların atılmasını yasama ve yargı süreçlerinin projenin önünü açan şekilde işletilmesi ve akabinde yatırım kararlarının “mega projeler” adı altında serbestçe uygulamaya konması izledi. Bu aşamada da 18 yıl önce elde ettiği hükümet olma hakkını bugün de sürdüren siyasi iktidarın her türlü engeli aşmaya dönük gayretinin belirleyici olduğu aşikar.
Rusya’nın nükleer başarısızlıklarının mirasçısı
Ne var ki Akkuyu NGS ‘nin kurulmasına yönelik ilk resmi adım olan hükümetlerarası anlaşmanın diğer tarafını oluşturan, Rusya devleti tarafından görevlendirilen Rosatom şirketi tarafındaki gelişmeler de gözardı edilmemeli. Zira şu an hisselerin %100’üne sahip olan Rosatom, asla yüzde 51’inden azına sahip olmayacak şekilde Akdeniz’in kıyısına konuşlandırılan bu nükleer santrali işleterek gerek Türkiye gerekse bulunduğu coğrafyaya damgasını vuracak. Bugünümüzü ve yarınımızı ipotek altına almaya muktedir konumundaki, nükleer kaza sicili kabarık; iklim krizi şartlarında yüzen nükleer santraliyle, kutuplarda nükleer buz kırıcısıyla dolaşan, Techa Nehri’ni radyasyona boğan bir şirket olacak…
Biraz da bu nedenle önceden yazılarımda yer yer değindiğim Rosatom’la ilgili paylaşımları ilk örneğini okumakta olduğunuz biçimiyle (düzenli olmayan fakat aynı çatı altında toplanabilecek şekilde) “Rosatom’u Tanıma Dersleri” başlığı altında tekrara kaçmamayı da umarak ele alma gereği duyuyorum.
2000’li yıllardan itibaren Rusya Devleti’ne ait Atom Enerjisi Şirketi olan Rosatom, kuruluşu 1940’lara uzanan ve SSCB ‘nin ömrünü tamamlamasıyla 1991 yılı itibariyle Rusya Federasyonu’na devrolan askeri ve sivil nükleer programın idaresini elinde tutan şirket. Dolayısıyla bugünkü Rosatom’u Rusya devletinin tarihi nükleer programın mirasçısı olduğu kadar nükleer başarısızlıklarının vebalinin mirasçısı olarak görmek mümkündür.
Bu açıdan Akkuyu NGS’de operasyona başlamadan kirlilik hasıl olurken üretime geçilmesiyle yaşanabilecek ekolojik felaketlere dair fikir vermesi için işletmecinin sabıkalı siciline bakmak bile yeterli olabilir. Kaldı ki Rusya ve nükleer felaket kelimeleri yan yana geldiğinde akıllara ilk olarak Çernobil Nükleer Felaketi geliyorsa da konuya daha aşina olanlar için 1957 yılında Mayak Nükleer Santral Tesisi’nde tarihe Kyshtym Kazası olarak geçen nükleer kazayı hatırlatmak gerekir. Kyshtym kazasında, nükleer atıkların soğumaya bırakıldığı tesisteki patlama nedeniyle binlerce kişi tahliye edilmiş ve 30 köy haritadan silinirken gerçekler dünya kamuoyundan 1990’lara kadar saklanmıştı. Kaynaklar Mayak Nükleer Santrali’nde meydana gelen irili ufaklı kazaların sayısının 132’ye vardığını göstermektedir.
Buna ek olarak Greenpeace Rusya‘nın 2014 yılında hazırladığı ve 2017’de güncellenen raporuna göre de Rosatom, 1948’lerden itibaren tesisin bulunduğu bölgenin içme suyu da olan Techa Nehri’ne radyoaktif atıklarını boşaltmıştır. Hatta kimi kaynaklara göre bu kirlilik 2004 yılına kadar, kimi kaynaklara göre ise bugün de devam eden bir şekilde, çevre halkı dahil bu nehirden yaşam bulan yüz binlerce canlının geri dönüşü olmayan şekilde sağlıklı bütünlüğünü kaybetmesine neden olmuştur. Öte yandan Rosatom’u değerlendirirken son dönemde meydan gelen Nenoksa olayı ve karşısındaki sorumsuzluklarını da anımsamak yerinde olur.
Finansal altyapısı yatırımları karşılamaya yetmiyor
Geçmişi böylesine karanlık olan Rosatom’un bugünkü operasyon ve yatırımlarına bakacak olursak web sitesinde yer alan bilgiye göre halihazırda ülke sınırları içinde 11 nükleer tesiste toplam 36 reaktörü bulunuyor. Ne var ki nükleer endüstrinin genel olarak aktif olmayan reaktörlerini hesabın dışına almaya cesaret edemediği üzere yedi reaktörün ömrünü tamamlamış olarak devreden çıkarılmış olduğu detayına web sitesinde pek yer verilmemiş.
Bununla birlikte Yeryüzü Dostları Derneği- Rusya tarafından Rusya’daki nükleer karşıtı mücadelenin değerlendirildiği rapora göre de ülkedeki reaktörlerin bir çoğu 1970’lerde ömürleri 30 yıl olarak dizayn edilmiş olan, dolayısıyla üretim lisansları uzatılmış olan reaktörlerdir. Nitekim siyasi iktidarların reaktörleri devreden çıkarmayı mümkün olduğunca erteledikleri ortamda Rusya’da da halihazırda operasyonda bulunan reaktörlerin %70’inin lisansları yenilenmiştir.
Öte yandan şirketin yurt dışı operasyonları web sitesinde yer alan bilgiye göre 35-36 civarında görünse de Rosatom’u takibine alan sivil toplum örgütü Ecodefense, ülkenin nükleer enerjinin geliştirilme süreçlerinden vazgeçmesini, mevcut nükleer enerji santrallerini kapatarak devreden çıkarmasını talep etmesiyle kendisi de hükümetin hedefi haline gelmiştir. Ecodefense’in tespitlerine göre anlaşma yapılmış olan projeler Macaristan, Finlandiya, Beyaz Rusya, Çin ve Türkiye dahil 12 ülkede, toplam 26 reaktör için söz konusudur. Örgüt, Rosatom’un hedefinde olmayı hak edercesine şirketin üstlenmiş olduğu bu yatırımların toplamının 133 milyar Dolar’a tekabül etmesine karşın, finansal alt yapı ve kaynaklarının en fazla 90 milyar dolar civarını karşılayabilecek durumda olduğuna işaret eder.
‘Nükleer sömürgecilik’
Rusya’daki aktivistleri Rosatom ile yakın dönemde direkt karşı karşıya getiren önemli bir olay ise Krasnoyarsk şehrinde yüksek tehlikeli radyoaktif atıklar için bir depo kurmayı planlaması oldu. İnşaatın yurt dışı projelerinden elde edilecek nükleer atığın depolanması için gerekli görülmesi ise “nükleer sömürgecilik yapılıyor”iddiasını gündeme getirdi. Bu nedenle de şehre yalnızca 40 kilometre mesafede Sibirya’nın Yenisei Nehri kıyısının seçildiği bu operasyonu, çevre aktivistleri gelecek kuşaklara karşı işlenen suç kategorisine alınmasını talep ediyor. Krasnoyarsk halkı yaşadıkları yerin nükleer çöplüğe çevrilmesine karşı yedi yıldır mücadele veriyor ve toplanılan imza sayısı 146 bine ulaşmış durumda.
Nükleer endüstrinin başını çeken Rosatom’un nükleer atıklarıyla gerek kendi gerekse Kazakistan gibi komşu ülkelerin topraklarında nasıl bir çevre felaketine yol açtığı da sır değil. Bu noktada daha önceki bir yazımızda okuyabileceğiniz gibi Akkuyu NGS’de inşaat halindeyken dahi inşaat işçilerinin foseptiğini direkt köyün içinden geçen Çağlayık Deresi’ne verip Akdeniz’i kirleten şirketin, bu ülke topraklarında radyoaktif atıklarla, ihmalkarlıklarıyla yapabileceklerini hayal etmek maalesef güç değil.
Pınar Demircan/ Yeşil Gazete