Fındık gündemde. Üreticiler mutsuz, umutsuz. Görünen köy kılavuz istemezdi; fiyat politikasının buraya geleceği, açıklanan fiyatların üreticinin maliyetlerini bile karşılamayacağı belliydi.
Fakat tek sorun fiyat politikası mı? Bugün tartışılan boyutun arka planına bakalım. Her yazıda genel kurtuluş reçetesi olarak sunduğumuz Halkçı-Kamucu ekonomi örgütlenmesini fındık üzerinden de anlatalım.
Önce bir ara not: Ünye’den yazıyorum. Türkiye’nin en büyük fındık üreticisi şehri olan Ordu’da hayatın fındıkla başlayıp fındıkla bittiği bir ilçeden. Oltan Gıda’nın 2014’te İtalyan tekeli Ferrero tarafından satın alınmasından sonra, en büyük yerli ihracatçı olarak liste başı olan firmanın bulunduğu ilçe aynı zamanda. Yani hem üretici çok sayıda, hem de ihracatçısı var. Bu detayı aklımızda tutalım, çünkü yeniden değineceğiz.
Şimdi önce ülkemizin fındık politikasına kısa bir tarihsel özet geçelim.
Üretici birliği olarak kurulan FİSKOBİRLİK’in yanlış politikalarla zarar ettirilmesi ve AB, Dünya Bankası ile IMF tarafından da desteklenen tarımda dönüşüm programlarıyla birlikte fındıkta “serbest piyasa”ya geçilmesi hikayemizin önemli ve güncel boyutunu oluşturuyor.
2006 yılında Ordu’da gerçekleşen meşhur Fındık Mitingi’ni hatırlayalım. Üreticilerin yolları kapattığı mitingi. Fiskobirlik’in iflasının, üreticinin ürününü maliyetin altında satmak zorunda bırakılmasının sonucuydu bu miting. Seçim öncesiydi, tıpkı bugün olduğu gibi iktidar Toprak Mahsulleri Ofisi’ni devreye sokarak alım yaptı; istediğini aldı. Fındık üreticisi de, iktidar da günü kurtardı. Ne zamana kadar? 2009 yılına kadar.
Öyleyse üreticiden politika belirleyicilere kadar değişmezlik gösteren bir unsuru not edelim: “Günü kurtarmak”. Bugün gelinen yer, o anlayışın da sonucu. Artık günü kurtarmak imkansız.
HİKAYENİN DEVAMI
Neden? Hikayenin kalan tarihsel kısmıyla devam edersek nedeni anlaşılır. Hükümet 2009’da TMO’yu da devre dışı bıraktı. Açıklanan yeni “fındık stratejisi” ile fındık “serbest piyasa”ya bırakıldı. “Serbest” dediğimize bakmayın; önünde “serbest” ifadesi geçen her piyasa en sonunda tekelleşir. Büyük balık küçük balığı yutar. Bu oldu.
Üretici ilk kez tüccar karşısında bu denli yapayalnız kaldı. Bir yanda üretici birliği olan Fiskobirlik’in fiilen tasfiyesi, diğer yanda devletin doğrudan alımlarının durdurulması sonucunda tüccar ve ihracatçı kazancını daha da arttırmaya başladı, üretici ise piyasada korumasız bir şekilde maliyetlerini kurtarmaya çalıştı. Hükümet bunu dengelemek için ne mi yaptı? Alan bazlı gelir desteği ödemesi yaparak üreticiye arazi büyüklüğüne göre (dikkat, verime, üretmeye göre değil) yıllık ortalama 1500 ile 2500 TL arasında para ödedi. Bunu da siyasi açıdan kendi patronajına bağladı. Örneğin ödemeleri her yıl farklı tarihlere denk getirdi; seçim Haziran’daysa Haziran öncesine çekti; uzatma kararı mı alınacak; sandık öncesinde açıkladı. Bu sayede üreticiye, “üret ya da üretme, kayıtlı arazine bu parayı ödeyeceğim ama ben gidersem bu da kesilir” diyerek fındık üreticisini iyiden iyiye kendisine bağımlı kıldı. Birçok alanda yaptığı gibi. Kamu politikası değil, devlet politikası değil, AKP politikasıydı. Yine karşımıza çıkan “günü kurtarmak”tı.
TEKELLEŞME
Peki üretici bu destekle günü kurtardı mı? Elbette hayır. Fındık bir geçim aracı olmaktan çıktı; halk köyleri, üretim alanlarını terk etmeye ve düzenli gelir getiren başka işler aramaya başladı. Fındık artık bu bölgede doğrudan geçim aracı değil; telafi edici bir ek gelir mekanizması.
Bu yüzden bugün İstanbul’daki her büyük inşaat merkezli iş cinayetinde en az bir Ordulu gencin de hayatını kaybettiği haberini mutlaka okuyoruz. Soma madeninden çıkarılan cansız bedenlerden birinin Ordu’ya getirildiğini kaçımız biliyoruz?
Özeti: “serbest piyasa”da tekellerle başbaşa kalan, birliği/kooperatifi olmayan küçük üretici yarı işçileşme ile işçileşme arasında gidip geldi. İnşaata gidiyor, madene iniyor; yazın 15-20 günlüğüne gelip fındığını topluyor, bunu da çocuğunun okul masrafına, düğün harcamasına ayırıyor. Ve para yetmediğinde tüccara borçlanıyor, piyasadaki fiyatın daha da altında, henüz ürünü toplamadan satmak zorunda kalıyor. Bankadan borçlanamıyor, tüccara borçlanıyor. Sistemin adını biliyorsunuz.
ADALETSİZLİK
Düşünün, dünya fındığının yüzde 70’ini üretiyoruz; ama bunu üretenler bu ürünle geçinemiyor. Zincirin eşitsizliğinin, adaletsizliğinin farkında olmak çok zor olmasa gerek. Basit bir örnekle anlatayım değişimi. Fındık üreticisi “serbest piyasa”ya terk edilmeden önce, örneğin 2005 yılında 6 kilo fındık satarak bir çeyrek altın alabiliyordu; bu yıl, yani 2017’de üreticinin bir çeyrek altın alabilmesi için 24 kilo fındık satması gerekiyor. Bu, üreticinin alım gücünün 12 yılda 4 kat azalması anlamına geliyor. Ama örneğin fındığı alıp ihraç eden bir şirket 2010’da Türkiye’nin 295. büyük firmasıyken 2015’te 105. sıraya yükseliyor. Fındık üreticisinin payı 4 kat azalırken, tüccarın ve ihracatçının payı “serbest piyasa”da hızla büyüyor. Ve bu firmalar Fiskobirlik’ten kalan işleme tesislerinin kapısına da artık kendi adlarını yazıyor. Birlik gitti, dirlik bitti.
Peki, soralım. Hükümet neden 2009’dan beri uyguladığı “serbest piyasa” uygulamasını esnetip geçen yıl ve bu yıl TMO’yu yeniden devreye sokmak zorunda kaldı?
Burada kritik kavram ise tekelleşme. “Serbest piyasa”da birliksiz, örgütsüz üretici karşısında tekeller büyüdü. Anahtar gelişmeyse, İtalyan çikolata devi, gıda tekeli Ferrero’nun 2014 sonunda Türkiye’nin en büyük fındık ihracatçı firması Oltan Gıda’yı satın alması oldu. Ferrero böylece Türkiye pazarında fındık ithalatçısı olmanın da ötesine geçerek pazardaki en büyük ihracatçı haline geldi. İthal eden, yani dışarıdan satın alan bu firmanın aynı zamanda en büyük ihraççı, dışa satıcı firma olduğunu düşünün, ne olur? Piyasa “serbest” ya; o da böylece ithal edeceği ürünün “piyasa”daki fiyatını da belirlemeye başlar. Bu oldu.
Yani bugünkü hikayenin özü burada yatıyor. En büyük alıcı, aynı zamanda en büyük satıcı. Bir İtalyan firması. Çünkü “yerli ve milli fındık politikası” bunu gerektiriyor.
Sonuçta bu tekelleşme olgusu o kadar açığa çıktı ki, TMO yeniden sırf Ferrero biraz dengelensin diye devreye sokuldu. Peki açıklanan fiyat dengeleyici mi? Hayır; aksine Ferrero basıncının etkisi çok açık.
FERRERO ETKİSİ
Nedenini anlatayım. Ferrero Türkiye’deki fiyat politikasını belirlemek için sadece ihracatçı firma alımı yapmıyor. Türkiye’ye alternatif olması için son iki yıldır Azerbaycan, Gürcistan, Sırbistan, Avustralya, Şili gibi ülkelerle fındık üretimi için anlaşmalar gerçekleştiriyor. Böylece hem yaşlanan, randımanı düşmeye başlayan Türkiye fındığının yerine “kalite şartlı” üretim yaptırıyor, hem de diğer ülkelerin pazar payını arttırarak Türkiye’deki fiyatı daha da kırmaya çalışıyor. “Bakın alternatifsiz sanmayın kendinizi” mesajı bu. Sonuçta en hızlı gelişen ülke ise Azerbaycan. Devlet desteğiyle her yıl genç fındıklık arazilerin payı yüzde 5 oranında genişliyor.
Şimdi, hikayeyi ve bugün gelinen noktayı özetleyelim: üretici birliğinin çökertilmesi, fındığın “serbest piyasa”ya bırakılması, tüccar-ihracatçı payı artarken üreticinin yoksullaşması, tekelleşme ve yabancı tekellerin iç piyasayı ele geçirmesi. Ve hükümetin fındığı sadece seçim dönemlerinde oy için hatırlaması.
BURADAN NASIL ÇIKARIZ?
Birincisi; üreticinin birlik kurması, kooperatifleşme zorunlu. Üretici birlik olsa, bu hale gelinmezdi.
İkincisi, devlet kamu adına, dünyada ayrıcalığı elinde tuttuğumuz bu ürünle ilgili politika belirlerken üretici merkezli bakmak zorunda. Fındık bizde, ama üreten kazanamıyor. “Serbest piyasa” yerine kamucu bir fındık politikası devreye sokulmak zorunda.
Üçüncüsü, verim düşüyor; göç artıyor. Fındık üreticisini inşaatlara işçi yapmak yerine ürününün kalitesinin bekçisi yapmak, bahçesini geliştirmesi için, yaşlanan ağaçları kademe kademe yenilemesi için kamu eliyle desteklemek, planlı bir ekonomi gerekiyor.
Kalitesi iyi Türkiye fındığının çikolatada alternatifi yok; üreticiyi ve kaliteyi gözeten bir fındık politikasıyla fındıkta dünya fiyatlarını belirleyebilecek tek ülke hala Türkiye.
Ve sonuncusu. Hep konuşulur, ama icraat yok. Fındığı biz üretiyoruz; Ferrero ve diğer tekeller götürüp işliyor, fabrikasında çikolatanın, ekmek üstü kakaolu ezmenin içine katıp dünyaya satıyor. Bunu neden Ordu’da, Giresun’da yapamayalım? Halkçı-kamucu bir ekonomi programıyla yapılır. İnşaat, AVM yapan değil, fabrika kuran; üreten ve üreticisini, yurttaşını koruyan; özel çıkarı değil, yurttaşın kamu çıkarını düşünen bir ekonomi programının yapabilecekleri arasındadır.
“Serbest piyasa” ve “tekelleşme” denendi, çöktü; fındıkta da sıra Halkçı-Kamucu ekonomide.
Deniz Yıldırım / ABC gazetesi