‘Yeşil Yol’dan direniş notları: Acep gene öter mi Samistal’da bülbüller?
Duman inmiş Samistal’a, günün yorgunluğuyla herkes yayla evlerine dağılmış, dinleniyor. Direniş evinde bir yandan yemekler hazırlanıyor, bir yandan da o günün değerlendirmesi ve ertesi gün neler yapılabileceği konuşuluyor.
Bir avuç insan 2 bin 600 metre rakımda yaylalarına iş makinası girmesin diye nöbet tutarken, sabaha karşı jandarmanın nasıl çıkarma yaptığını, onların yanına gitmek istediğinde, yani kendi yaylasında yürümek istediğinde, jandarmanın kendisini nasıl durdurmak istediğini anlatıyor Serkan.
Laf arasında, normal şartlarda bile artık yaylada insan sayısının giderek azaldığından, yaylacılığın bittiğinden, artık kimsenin hayvan bakmadığından, yeniden ‘eski’ geleneksel yaşamı kurmadan bu projelerle başa çıkamayacağımızı bir kez daha hatırlatıyor Ahmet.
İş makinasının taş döküm alanına (böyle bir alan projede gözükmüyor elbette, operatör tamamen kafasına göre atıyor taşları) bir şekilde yakınlaşmanın, dağ yamacına yayılmanın etkili olduğu, çalışmayı yüzlerce jandarmaya karşı yavaşlattığı ve erken saatlerde makinayı durdurmalarını sağladığı herkesin ortak fikri.
‘Oldu olacak kurşuna dizin’
20-30 kişiye karşı jandarmanın, “Durun yoksa müdahale ederiz” anonsuna karşı Çamlıhemşinli avukatımız İbrahim abinin kendisini iş makinasının önüne atarak, “Zaten kaç kişiyiz şurada, kime, neden müdahale edeceksiniz? Oldu olacak kurşuna dizin” demesi, hukukun bittiği yerde direnişle hukuku yeniden inşa etme çabası, o günün akıldan çıkmayacak bir anısı oluyor.
O günden çıkardığımız derslerle, ertesi güne hazırlanıyoruz. Samistal’da hava güzel, yıldızlar var. Güneşli bir güne uyanacağız umuduyla yayla evlerine dağılıyoruz…
Gece saat 03.00, elimizi uzatsak yıldızları tutacağız belki de ancak Memiş Efendi dağının yamaçlarında, hiç de yıldıza benzemeyen parıltılar dolaşıyor. Parıltılar giderek artıyor ve tüm yamaca hızlıca yayılıyor. Yıldızların çok olduğu bir gökyüzünden bizi alıp cehennemin ortasına götürecek o ses duyuluyor. Saat 03.30. Adına ‘ekskavatör’ denilen canavar dağın kalbini sökmek için gece karanlığında çalışmaya başlıyor.
‘Ben böyle de mi uyanacaktım yaylamda’
Ekskavatörün sesine uyanmaya başlıyor herkes yavaş yavaş. Sayıca azız. Bir aşağıdaki yayla olan Amlakit’ten ve Çamlıhemşin’den insanların geleceğini bilmemiz güç veriyor; ama sinirler bozuk. Öğrencilerini Kaçkarlar’da gezdirmek için getiren ve kendisi de Çamlıhemşinli Savaş abla geliyor direniş evine. Yıllardır yürüyüş ve tırmanış yaptığı için kaskı kafasında, çantası sırtında. Aracın sesine doğru yol aldığını ve jandarmanın tüm dağ boyunca mevzilendiğini aktarıyor.
Direniş evinin önünde kahvaltı hazırlanıyor. Bir gün önce çocukluğunda nasıl Samistal’da yaşadıklarını heyecanla anlatan Tülay gözleri yaşlı yanımıza geliyor. “Günaydın” demek içimizden gelmiyor. “Ben böyle de mi uyanacaktım yaylamda” diye hıçkırmaya başlıyor. Aklıma Gerze, Solaklı, Fatsa, Arhavi, Artvin gibi daha önce gittiğimiz yerler, birlikte direndiğimiz oradaki dostlarımızın yüzleri geliyor.
Hava yavaş yavaş aydınlanıyor. Beş altı arkadaş saat 4’ü biraz geçe yamaçlardan ve kayalıklardan canavarın çalıştığı alana ulaşmaya çalışıyoruz. Hava puslu ancak canavarın sesi bize yol gösteriyor.
Alana biraz yaklaşınca her yerin jandarma tarafından sarıldığını görüyoruz. Jandarma da dersine çalışmış! Bir önceki gün insanların yamaçları arkadan dolaşıp gelmelerinden dolayı bütün yamaçlara ve geçişlere asker konuşlandırılmış. Yapacak pek bir şey kalmıyor.
Jandarmaya “Bu saatte neyin çalışması?” diye lafa başlamak bile gereksiz geliyor artık. Tülay canavarın çalıştığı yere en çok yaklaşan oluyor. Yetkili komutanla konuşmaya, derdini anlatmaya çalıyor; ama nafile. Yanına gitmek isteyenler oluyor, başka bir komutan el işaretiyle gitmek isteyenlerin önünü kalkanlarla kapattırıyor.
Yamacı dik olarak çıkmak kesinlikle yasak. Paralel gitmeye çalışan kadın arkadaşımızı üç dört jandarma takip edip, kendi deyimleriyle ‘alan dışına kanalize’ ediyor.
Karadeniz’i yığamamışız Samistal’a
Aşağıda bir taşın üstüne tünemiş ‘Ne yapabilirim’ diye düşünüyor Ural. Coğrafyaya hem çok hakim hem de kaya tırmanışçısı olduğu için çok atik davranabiliyor. Ancak tek başına bir hareket yapmasını kimse istemiyor. Sayıca az olduğumuz için değil, bir kişinin bile zarar görmesini istemiyor kimse.
O sırada bir jandarmanın sigara izmaritini yere attığını görüyor Ural. “Alır mısın onu yerden” diyor, “Cebine koy, cebin yoksa gerekiyorsa bize ver” diye ekliyor. Bunu gören uzaktaki başka biri sesleniyor komutanlara: “Biz böyle seviyoruz buraları, gözümüzden sakınıyoruz. Siz ne yapıyorsunuz!”
Saatler ilerliyor. Canavar, Memiş Efendi dağının yamacında çok sert bir kayayla mücadele ediyor. Kavrun geçişi üstünde böyle birçok kaya olduğunu ve dinamit atılmadan aşılamayacak yerlerin varlığını biliyoruz.
Uyanan arkadaşlar küçük gruplar halinde jandarma barikatına yaklaşıyor. Her yaklaşan insanı üç dört jandarma takip etmeye devam ediyor. Önü, arkası, sağı, solu jandarma.
Rize’den, Çayeli’nden, Güneysu’dan, Pazar’dan, Ardeşen’den ve Giresun’dan gelmiş jandarmalar. Karadeniz’in her yerinden jandarma getirilmiş; ama biz Karadeniz’i yığamamışız Samistal’a, bu da bize dert olsun.
Horonlar yerini destana bırakmaya başlıyor
Epey zaman sonra Tülay ile buluşuyoruz. Jandarmanın “Biz emir kuluyuz, bir şey gelmiyor elimizden” dediğinden bahsediyor. Emri elbette vali veriyor. Zaten en ufak eyleme ‘güvenlik güçlerini’ yığmaya meraklı değiller mi? Hele bir de yol projesinin sorumlusu olduğunda düşünün neler yapabileceğini. 20 günden fazla çalışmayan canavarın Cumhurbaşkan Tayyip Erdoğan’ın Rize dönüşünde çalışmaya başlamasına da insan gerçekten hayret ediyor.
Tüm bu hayretimiz ve öfkemiz bir sesle dağılıyor. Tülay’ın ağzında bir destan, arkasında kalkan, kalkanın arkası canavar.
“Samistal’un sarkaşi Tatar dağina karşi
Kimisi söyler güler, kiminun akar yaşi
Acep gene oter mi Samistal’de bülbüller
her gün bir hatirlarum, hey gidi geçen günler”
Eylemlerin başında halk türküler atıyor, horonlar vuruyordu. Horonlar yerini destana bırakmaya başlıyordu Samistal’da…
Saat öğlene yaklaşıyordu. Aşağıdan, İstanbul’dan ve Ankara’dan bu ablukanın dağıtılması için yardım istemek için Samistal’in koca adamı Fatih abiyle telefona doğru yola koyulduk. Bilen bilir Samistal’da telefon çekmez. Telefonla konuşmak için yarım saatlik bir yolu yürümek ve başka bir tepeye ulaşmak zorundasınızdır. Bu yüzden de yayladaki direnişten fotoğraflar ve görüntüler genelde kamuoyuna bir gün sonra aktarılabilir. Biz abluka dağıtılması için neler yapabiliriz diye konuşurken önümüzden iki minibüs çevik kuvvet polisi yaylaya çıkıyor, abluka artıyordu.
‘Devletin kararlılığını göstermek için varız’
Fırtına’nın fırtına avukatı Yakup abiyi aradık. Durumları tek tek anlattı Fatih abi, abluka ve çalışma emrini veren valiliğe karşı hukuki olarak neler yapılabileceği hakkında bilgi aldı. Avukatımızdan öte abimiz, yoldaşımız Yakup abinin sesi yorgun geliyordu. Yanımızda olamamanın üzüntüsünü yaşadığını biliyorduk; ama yine de herkese büyük güç katıyordu.
Telefon konuşması sonrası çalışma alanına geri döndük. Bütün arkadaşlarımız, abilerimiz, ablalarımız kaç kişiysek işte tam da o kadarımız alandaydık. Bir gözümüz canavarda, bir gözümüz jandarmada, kulağımız aşağıdan gelecek dostları getirecek minibüsün sesindeydi.
İbrahim abi çevik kuvvetle konuşup yanımıza geldi. “100 kadar jandarmanın olduğu yere desteğe gerek var mıydı?” diye niye geldiklerini sorduğunu anlattı. Çevik kuvvetin cevabı her şeyi özetliyordu: “Devletin kararlılığını göstermek için varız.”
Kamuoyunda çok ses getiren Rabia ananın, “Devlet kimdir? Devlet benim, hukuk benim; ben” diye bağırdığı alanı canavarıyla yerle bir ederek 600-700 metre daha ilerleyerek devletin Rabia ana olmadığını, hukukun da kalmadığını bir kez daha göstermişlerdi.
‘Ne koparsam kardır’ kafasıyla iz açılmış
Çamlıhemşin ve Amlakit’ten gelenler Samistal’a vardılar. Aşağıdan bir kişi bile gelse direnişe kattığı motivasyon yabana atılır gibi değil. Herkes yeniden ayağa kalkıyor, büyük bir heyecanla bir şeyler yapmak için hazırlanıyor.
Tam bu sırada canavarın geri döndüğünü görüyoruz. Sabah 03.30’da yangından mal kaçırır gibi çalışmaya başlayan canavar, mesai saatinin bitimine saatler kala kontağı kapatıyor, jandarma ve polis geri çekiliyordu. Teknik bir arıza mı olmuştu, yoksa direnişin sesi yayıldığı için bir baskı mekanizması mı oluşmuştu haberimiz yoktu. Açtığı yola giriyoruz. Aslında açılanın bir yol olmadığı anında fark ediliyor. Mahkeme kararına kadar ‘Ne koparsam kardır’ kafasıyla sadece iz açıldığını görüyoruz.
Çalışma sırasında puğarlar (pınar suları) zarar görmüş, canavarın geçtiği yerden çamur olmuş akıyor. Operatör yıkıp geçtiği yerde ne olduğu umurunda olmadığı için marketten aldığı su şişesini atmış. Bir kenarda pet şişe, bir kenarda puğar suyu duruyor. Bu manzara aslında tüm bu savaşı özetliyor.
Yaylanın asıl sahibinden isyan koşusu
Canavarın açtığı izi takip ediyoruz. Memiş Efendi tepesinin tam altına vardığımızda, bir gün önce çalışma sırasında fenalaşan ve ambulansla hastaneye kaldırılan Süreyya abla anlatıyor: “İnsanlar buraya çıkıp eğlence yaparlardı. Hayvanlarımızın en önemli ovit alanlarından biridir burası. Yaylamızın yönünün çevrilmiş oldu dağdır. Adeta bir anlamda yaylamızın kıblesi gibidir. Hükümet gündüzü, aydınlığı sevmediği için gecenin karanlığına sığınarak bu dağları delmeye başladı. Biz de gücümüzü göstereceğiz.”
Canavar başladığı yere kadar çekilmiş, jandarmalar kampını kaldırmış, araçlarına yerleşmişlerdi. Bundan sonrasında neler yapılabilir diye konuşmak için toplanıldı canavarın başında…
Tam bu sırada tüm gerginliğimizi üzerimizden alacak, yüzlerimizi gülümsetecek bir an yaşandı. Yaylanın asıl sahiplerinden bir dostumuz, bir öküz araçların gürültüsüne doğru koşmaya başladı. Boynuzunu bir o yana bir bu yana sallayarak bağırıyordu. Adeta “Sizin burada ne işiniz var, burası benim” diyerek jandarmayı gönderiyordu.
Son sözü doğa söylüyor
Jandarma ve polis yayladan ayrıldı, canavar geri çekildi. Fiili olarak en başa dönüldü kısacası. En başında bir döviz hazırlamıştı Fırtınalı gençler, şöyle diyordu: “Kenali ile Nazarboz nerde otliyecek vali emica? (Samistal’a otostop mu çekecek?)”
Vali emicaya bir soru daha sormak lazım şimdi: “Siz şimdi bu şekilde; jandarmayla, polisle, zor kullanarak bu yolu yaptığınızı mı sanıyorsunuz?” Gerçekten de böyle mi sanacaklar, o yol yapılmış mı olacak bu şekilde?
Samistal’de nöbet çizelgeleri hazırlanıyor. Rize valiliği önünde eylem için sözleşiliyor. Gün bitiyor, sis basıyor. Belki bu geceki nöbetçiler yıldızları göremeyecek ama canavarın sesine de uyanmayacağının rahatlığıyla yola koyuluyoruz.
Palovit şelalesinin gürültüsü ve yağmur uğurluyor bizi vadiden. Gerçekten de son sözü doğa söylüyor.
* Yazıda bahsi geçen yol çalışması 20-21 Ağustos tarihlerinde gerçekleşmiştir.
İş makinesi çalışmaya devam ederken bir yaylacı Samistal’ı böyle anlattı: